Suriye kıvılcımının bir Ortadoğu yangınına dönüşmesi an meselesiydi.
Ve yangın başladı...
İran’ın en önemli askeri figürü Kudüs Güçleri Komutanı General Kasım Süleymani, Bağdat’da uğradığı füze saldırısıyla öldürüldü.
İran lideri Ayetullah Ali Hamaney,“Suçluları acı bir intikam bekliyor” diyerek Trump’ı sert bir dille tehdit etti.
Süleymani, İran açısından sıradan bir isim değildi.
İlkokulu ancak bitirmiş ardından inşaat işçiliği yapmıştı. Yirmili yaşlarında Hamaney ile kurduğu dostluk onu İran devriminden sonra Devrim muhafızlarının en gözde ismi yaptı.
İran-Irak savaşında kazandığı savaş deneyimiyle Suriye'de Beşar Esad'ın Rusya'dan sonraki en güçlü destekçisi, Lübnan Hizbullah’ı üzerinden İsrail'in tehdidi, Yemen'deki Şii milislerin eğitmeni, İŞİD’in cephedeki en büyük düşmanıydı. Amerikan ordusunun Ortadoğu komutanlarından Joseph Votel, "Nerede İran'ın bir hareketliliği varsa, orada Kasım Süleymani'yi görüyoruz. Lideri olduğu Kudüs Gücü en büyük tehdit” demişti.
İran’ın hem içeride, hem dışarıda en güçlü operasyonel ismi olarak öne çıkıyordu.
Kimilerine göre İran’ın gelecekteki Cumhurbaşkanı olacak isimdi.
Kuvvetle muhtemel bu engellenmiş oldu.
Tüm bunları alt alta koyunca yaklaşan kıyameti öngörmek çok da zor değil aslında...
Nitekim;Ortadoğu'yu yakından takip eden gazetecilerden Fehim Taştekin, "Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ABD ile İran arasında 1979’dan beri süren örtülü ve ilan edilmemiş savaşın en gözü kara hamlesini oluşturuyor" diyerek kıyamet tezini doğruluyor.
Hatta bir adım daha ötesine geçerek, ne Usame Bin Ladin, ne de Bağdadi’nin öldürülmesi Ortadoğu’daki güç dengeleri açısından bu kadar etki yapmadı. Belki de 11 Eylül saldırılarından sonraki en etkili eylem olarak dünya tarihindeki yerini alacak diyebiliriz.
Oscar ödüllü Amerikalı aktör, yazar ve yorumcu Michael Moore’un Amerikan halkına hitaben “Oğullarınızı ve kızlarınızı 2 yıl savaşa göndermeye hazır olun...” şeklindeki bir tablo artık kaçınılmaz görünüyor.
Tabi bu saldırıya kadar yaşanan gelişmeleri de yabana atmamak lazım.
ABD İHA’sının Körfez üzerinde vurulması, Suudi petrol arama şirketi Aramco’ya yapılan saldırı, Haşd el Şaabi güçlerinin Amerikan üslerine roket saldırısı ve en son ABD Bağdat Büyükelçiliğinin Şiiler tarafından işgal edilmesi, ABD‘yi yeterince tedirgin etmişti.
Bir de bunun üzerine Irak siyaseti üzerindeki ABD-İran etki çatışması eklenince, ABD’ye ‘kendince meşru(!)’ bir saldırı fırsatı yarattı.
Saldırıların Bağdat’ta yapılmış olması ve üstelik resmi bir davete giderken havaalanında gerçekleşmesi bu açıdan önemli bir mesaj taşıyor.
İran'ın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Ravançi’de bu noktaya vurgu yapıyor. Süleymani'nin Irak hükümetinin daveti üzerine Bağdat’ta bulunduğunu ve öldürülmesinin uluslararası hukuka aykırı bir eylem olduğunu vurguluyor.
Sanırım bu savaşın sıcak cephesi yine Irak olacak. ABD yönetiminin Irak’ta bulunan tüm vatandaşlarına ülkeyi terk etme çağrısı yapması bu ülkenin güvenli üslenme yeri olmaktan çıktığını gösteriyor.
Türkiye Diş politikası açısından da kritik bir dönemece giriyoruz. Suriye ve Libya derken bir de İran krizi ile üçüncü bir sorun ile boğuşmak zorunda kalabiliriz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’da saldırının bölgede gerginliği arttırdığını vurgularken, bunun için Irak’ın seçilmiş olmasını da manidar buluyor.
Bir devletin en üst kademesindeki komutanına yapılan saldırının karşılıksız bırakılmayacağını düşünüyor.
Yani bu olayın misillemeye açık olduğunu herkes kabullenmiş durumda.
Eğer bir misilleme gelirse, ABD-İran savaş cephesinin ‘Irak cephesi’ olacağı aşikar.
Bu da Suriye’den sonra yeni bir Sünni-Şii çatışmasının Irak’ta yaşanacağı anlamına geliyor.
Sünni - Şii mezhep çatışmalarının İslam dünyasına kan ve göz yaşından başka verebileceği bir şey yok. İslam dünyasının yükselişi bilim, akıl ve demokrasi ile olabilir.
Aksi halde, emperyalistler petrol uğruna binlerce kilometre öteden Ortadoğu’yu vurmaya devam edecek.
Kalın sağlıcakla...